S.O.S. TÜRKİYE
Kasım 2019 Türkiye’nin daha önce görmediği bir olaylar dizisinin kayıtlara geçtiği ay olarak tarihteki yerini alacak: Toplu Aile İntiharları. Sadece 10 gün içinde Fatih, Antalya ve Bakırköy’de 3 aileden toplam 11 kişi siyanüre bağlı zehirlenme sonucunda hayatlarını kaybetti. Bunların arasında 3 küçük çocuk olması ve bunların ölüm kararlarının babaları tarafından verilmiş olması, yaşanan trajedinin boyutlarının anlaşılması bakımından önemli.
barisesmer
11/29/20194 min read
Peki nedir bu “intihar” ve kişi “neden intihar eder?”. Gerek tanımı gerekse kapsamı bakımından oldukça tartışmalı bir eylemdir intihar. Önceleri kişinin hayatına son vermesinin bilinç ile gerçekleştirilmesi gerektiği kabul edilmiş olsa da daha sonra bu kapsam genişletilerek sistematik ihmal ya da sonucunun ölüm olacağı bilinen eylemlerin kasten yapılması da bu kapsamda değerlendirilmiştir. Ancak kapsamdan daha dikkat çekici olan tartışma nedenler üzerine gelişmiştir. Kişinin saldırganlığını, kızgınlığını kendi üzerine yöneltmesi olarak ele alınan ilk tanım (Freud), bunun yanı sıra bir başkasını cezalandırma veya onunla barış yapma isteği, baş edilemeyen güçlüklerden kaçışın bir ifadesi olarak genişletilmiştir (Schilder). Ancak bu kavramsallaştırma da daha sonra genişletilerek intihar eden kişinin gerçekte başka birini öldürmek istemesine evrilmiştir (Bernfeld). Buna göre kişinin öldürmek istediği diğer kişi ile güçlü bir özdeşlik yaşadığı ancak sonradan nefret ettiği bu kişiyi kendi ölümü ile ortadan kaldırmayı hedeflediği söylenmiştir.
Bu kavramsallaştırmaların hepsinin doğru veya tamamının yanlış olduğunu kabul etmek sonucu pek değiştirmeyecektir. Gerçekte intihar eden kişinin amacının ne olduğu bir sır olarak kalmaya devam edecektir. Ancak aynı ekosistemde, benzer şekilde tekrar eden eylemlerin neden-sonuç ilişkisini incelemek bize intihar eden kişinin iç dünyası hakkında değilse de onu ve diğerlerini aynı şekilde davranmaya iten çevresel faktörler hakkında fikir verecektir.
İnsan psikolojisi karşılaştığı güçlüklerle baş edebilmek üzere çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmiştir. Bunların en ilkel ve otomatik olanları “Kaç, Savaş, Yardım iste” olarak tanımlayabileceğimiz 3’lü sistemdir. Binlerce yıllık insan evrimi zorluklarla mücadele için “Kaç” fonksiyonunu hiçbir gecikmeye mahal vermemesi amacıyla beynin istemsiz denebilecek reaksiyonlarından sorumlu olan Amigdala’ya devretmiştir. Kaçmanın mümkün olmadığı durumlarda ise “Savaş” komutu cansiperane kahramanlık öyküleri yazmıştır. Son seçenek olan “Yardım iste” savaştan kendi imkanlarıyla canlı çıkamayacağını anlayan insanın kolektif akıl arayışıdır aslında. Bu 3’lü ile sonuç alamayacağından emin olan insan dünyadaki varlığını değerlendirmeye başlar.
Geçtiğimiz 5 yıl içinde yaşadığımız ülke için gerçek bir felaketler dönemi olarak adlandırılabilir. Çok kaba bir özet yapmak gerekirse bu dönemde Reina, Atatürk Hava Limanı, Ankara Garı saldırıları gibi çeşitli şiddet eylemleri sebebiyle 4.000 kişi öldü. 10 seçim, 5 büyük askerî harekât yapıldı. Tren, maden kazaları, çocuk ölümlerine sebep olan ihmaller, iklim anomalileri, çok çeşitli hak ihlalleri, hukuksuzluklar hatta 1 darbe girişimi bile görüldü. Siyasi çekişmeler sebebiyle toplumsal kutuplaşmalar tırmandırıldı. Dolar %100 artış gösterdi. İşsizlik oranı %14’ü görürken, genç işsizlik oranları %27,4 ile tarihi zirvesine çıktı.
Bu tablonun toplumun tüm kesimlerinde derin bir travmaya sebep olduğunu söylemek için çok da iddialı biri olmaya gerek yok. Büyük zorlukların yaşandığı bu dönemde herkes yukarıda açıklamasını yaptığımız 3’lü sisteme öyle ya da böyle mutlaka başvurdu;
İlk olarak farklı kesimler kendi meşreplerince “Kaç” reaksiyonunu gösterdi. Kimileri basitçe gözlerini kapamayı tercih etti; gözlerini ve televizyonunu kapatırsa baş edilmesi son derece zor olan bu problemlerden kendini koruyabileceğini varsaydılar. Sadece son 1 yılda 250 bin iyi eğitimli insan çareyi tası tarağı toplayıp ülkeyi terk etmekte buldu. Olan bitenin sorumluluğu noktasında farklı bir dünya görüşünü benimseyen kesimler ise kendi “Kaç” formüllerini acılarını hamasetle boğmakta buldu. Adeta kendi muhakemelerinin yargısından kaçarcasına iradelerini bir başkasına teslim ederek, onun kadiri mutlaklığında vicdanlarının sızısından kurtulma yoluna gittiler.
Ancak elbette karşı karşıya kalınan travmalardan kaçmak mümkün olmadı. İşte tam o noktada “Savaş” devreye girdi. Sistem önce savaşın değirmenine su taşımak konusunda çok istekli davrandı. Teröre karşı açılan cephe, dolara karşı açılan cephe, darbeye karşı açılan cephe hem yandaşlarının hem de karşıtlarının savaş refleksini iyiden iyiye besledi. Muhtemel bir yanlış anlamayı engellemek için buradaki savaş kavramının aslında muhatap olduğu zorlukla karşı mücadele içine girmek olduğunu açıklamak lazım. Bu kapsamda zaman zaman insanın kendisini içinde bulunduğu zorlukla hiçbir ilgisi olmayan şeylerle, yanlış yönlendirme sonucunda mücadele ederken bulmasının son derece doğal olduğunu söylemek gerekir. Yakıcı maddi zorluklar herkesin günlük bireysel mücadelesinin en temel bileşeni olarak öne çıktı. Kimileri maddi durumlarını stabil tutabilmek için iş yerindeki zorbalığa, mobbinge, düşük zamlara, uzayan mesai saatlerine itiraz etmedi. Kimileri çeşitli yardımlardan faydalanabilmek adına kendi benliğinden tavizler verdi, olmadığı biri gibi davrandı, istemediği şeyler söyledi, beğenmediği görüşleri destekledi. Fakat herkesin kendince verdiği savaş da kar etmedi. İşler hergün daha kötüye gitmeye devam etti.
Toplumsal bir “Yardım” çığlığı neredeyse kulaklarla duyulacak kadar yüksek seviyelere geldi. Ekonomik sıkıntılarla birlikte yardım muslukları kısıldı. Borçlar ertelenemez oldu. Her koşulda yardıma koşacağı düşünülerek tanrısallaştırılan iktidar karşıtlarından sonra yandaşlarına da parmak sallamaya başladı. İlk büyük mağlubiyetlerini aldı. Çözümün tek mercii olmanın çözümler tükendiğinde umutsuzluğun sorumlusu olmak gibi bir sorunu vardır. İşte tam bu noktada devreye girmesi gereken kolektif akıl arayışı; muhalefetin şiddetle bastırılmış, sokakların insanların isyanlarına kapanmış olması gibi büyük bir kuşatma ile devre dışı bırakılmış olduğundan yardıma koşamamış oldu.
Sonuç onarılması belki de en büyük yaraya yani umudun yitimine sebep oldu. Yarından, çocuklarından, zamanın iyileştirici gücünden umudunu kesen insan yaşantısındaki anlamsızlığı onu sonlandırarak çözmeye yöneldi. Sadece kendinin değil, varlığıyla umut olamadığı ailesinin hatta çocuklarının bile yaşam haklarını ellerinden almayı kendisine hak gördü. Ama belki de intiharın nedenleri üzerinde yapılan tartışmada olduğu gibi kendi hayatına son verirken de vaktiyle kendisiyle özdeşleştirip çok sevdiği ancak bugün dertlerinin sorumlusu olarak gördüğü ve nefret ettiği bir başkasını öldürmeye çalışıyordu. Kocaman bir yardım çığlığı atıyordu belki. Artık baş edemediği güçlüklerden kaçarken sorumluyu işaret ediyor ve diğerlerinin bu son yardım çığlığına yanıt vermesini bekliyordu.